Tüyap’ta panel:Umut Yolculuğunda Gençlik ve Edebiyat

Notre Dame de Sion Fransız Lisesi’nin 12 Kasım 2011’de Tüyap’ta düzenlediği panele Dr.Erdal Atabek, Ayfer Ünal ve Yalçın Tosun konuşmacı olarak katıldılar. Paneli aynı zamanda NDS Edebiyat Ödülü jüri üyesi olan gazeteci,yazar Yazgülü Aldoğan yönetti.

«Umut Yolculuğunda Gençlik ve Edebiyat» konulu panelde konuşmacıların söylemlerinden bazı bölümleri paylaşıyoruz.

Ayfer Ünal, çocuk ve gençlik üzerine yazan bir araştırmacı-yazar ve aynı zamanda Tüyap’ta uzun yıllar çalışmış, buraya emeği geçmiş bir yönetici. Bir çok kitap yazmış; sivil toplum çalışmaları ve çeşitli derneklerde üyelikleri var. Çok iyi derecede İngilizce ve İspanyolca biliyor. Ayrıca yazmaktan çok hoşlanıyor.

Dr.Erdak Atabek, tıp doktoru ve yazar. Yazarlık, seminer, konferans ve araştırmalarını sürdürüyor. Cumhuriyet gazetesinde köşe yazarlığı yapıyor, gençlerin sorunlarına değiniyor.

Yalçın Tosun, 2011 NDS Edebiyat ödülünü aldı. Galatasaray Üniversitesi Hukuk Fakültesi mezunu ve şu an Bilgi Üniversitesinde öğretim üyesi.

Ayfer Ünal:

Öncelikle, konuşmamı hazırlarken bana yardımcı olan arkadaşlarıma çok teşekkür ediyorum. Bu panelin üç konusu var: Gençlik, edebiyat ve umut. Batının geride bıraktığı bir konu bizde hâlâ bir tartışma konusu: Gençlik için bir edebiyat var mı? Bu edebiyatın temel özellikleri; gençler için yazılmış olması, gençler tarafından okunması, kahramanın genç olması ve gencin bakış açısıyla yazılması. Ergenlik bir değişim dönemidir, genç bu dönemde kendini tanır. Bu nedenle genç, okuduğu eserde kendini bulmalıdır. Gençlerle ilgili yazan yazarlar,onlar hakkında derin bilgiye sahip olmalı ve yazılarında ergenlerin inişli çıkışlı ruh hallerinden dolayı çok dikkatli ve titiz olmalıdır. Gençler okudukları eserlerdeki kahramanlar sayesinde kendi hayat görüşlerini ve ahlâki kavramlarını oluşturuyor. Bu aşamada edebiyatın gençlere yol gösterici, öğretici bir özelliği var. Hiçbir eser okurun psikolojik bir rahatsızlığını düzeltmez, ama ona dünya görüşü oluşturma anlamında yardımcı olabilir, ergen ve yetişkin arasında ortak bir iletişim ortamı oluşmasını sağlayabilir. Türkiye, gençlik edebiyatı konusunda çok zayıf ama son on yıldır bu konudaki çalışmalar ve ilerlemeler göz ardı edilemez. Çeşitli araştırmalar sonucunda görüyoruz ki bizim gençlerimizde gelecek korkusu var. Bu noktadan umut konusuna geçiş yaparsak; umut, iyi bir edebiyatın olmazsa olmazı ve umut uyandıran has edebiyat eserlerinin ortak özelliği, okuru ayrım yapmadan değerlendirmesi, iyi oluşturulmuş karakterler içermesi ve okurun yorumuna bırakılmış alanlara sahip olması. Teşekkürler…

Erdal Atabek:

Gençlik edebiyatı kavramı üzerine birkaç cümle söylemek isterim. Benim düşünceme göre, gençlik edebiyatı diye bir şey yoktur ve gençler her türlü eseri okumalıdırlar. Bir gencin sadece kendine yönelik bir kitap okuması mı yoksa hayata yönelik bir kitap okuması mı daha yararlıdır? Gençlik kavramı üzerinde durmak istiyorum. Birleşmiş Milletler’in gençlik tanımı üç kriter içerir. Bunların birincisi kronolojik, ikincisi gencin ekonomik bağımsızlığının olmayışı, üçüncüsü de evlerin henüz ayrılmış olmamasıdır. Benim düşünceme göre bunların üçü de yanlıştır. Çocukluk, ergenlik, yetişkinlik ve gençlik iki temele dayanır. Birincisi bedensel, fizyolojik ve hormonal, diğeri sosyaldir. Bedensel, fizyolojik ve hormonal üretim bunların hepsi hormonlarla ilgilidir. Hormonların yaşla ilgisi vardır fakat yetişkinliğin yaşla ilgisi yoktur. Çocukluk, büyüme ve gelişme dönemidir, ergenlik, büyüyen ve gelişen canlının arama ve deneme dönemidir, yetişkinlik bulma ve bilme dönemidir, yaşlanma ise bıkma ve bırakma dönemidir. Bu nedenle hayatımızda ergen olarak da erişkin olarak da yaşlı olarak yaşadığımız şeyler vardır. Her yaşta her şeyi yeniden öğrenebiliriz.
‘Umut’tan bahsetmek istiyorum şimdi. Umut kelimesi ümit kelimesinin Türkçeleştirilmiş şeklidir, ummak kelimesinden gelmektedir. ‘Ummak’ gerçekleşmemiş ama gerçekleşme ihtimali olan şeydir bu özelliği ile hayalden ayrılmaktadır. Gençler, umutlu mudur umutsuz mudur sorusunu sormak yanlıştır. Bu, bireye ve içinde bulunulan duruma göre değişir. ‘Umut’ geleceğe bir yolculuktur. Bu durumda bir yol ağzına gelirsiniz. Bu yollardan biri isteklerinizi başkalarından beklemektir, bu hayaldir ve beraberinde yakınmaları, pişmanlıkları getirir. Diğer yol ise kararlılıktır. Umudu bir kararlılık olarak kabul ederseniz karşınıza sizi bekleyen zor ama anlamlı bir yol çıkar. Sizin sorumluluk almanız ve iradenizi o kararı sürdürmenizin ekseni yapmanız gerekir. Gençlerimiz günümüzde bu iki yoldan birini seçmesi gerektiğinde kolay yolu seçmeye itilmekte ve bu gençlerimizde konsantrasyon ve dikkat bozukluğu sorunlarının ortaya çıkmasına neden olur. Edebiyatçılarımızın bu durumu düzeltme görevi olduğunu düşünmüyorum. Edebiyata böyle bir ödev yüklenmez. Tabii ki daha az sözcükle düşünebilen çocuklar için durum, farklı fakat bir yaştan sonra okuma yazma öğrenmiş her genç bence her şeyi okuyabilir. Daniel Perant, bir Fransız öğretmen, öğrencilerinin kitap okumadığından şikayet ediyor ve onlara ‘kitap oku’ demektense kitabı biraz okuduktan sonra yarıda kesiyor ve onlarda merak duygusunu uyandırdığını söylüyor. Ben şunu söylemek istiyorum; bu yol ağzında umudu başkasından beklemekle karıştırmayalım. Umut bizim gerçekleştirdiğimiz bir şey ve herkesin kendi umudu var. İki gün önce 10 Kasım’da biz Atatürk’ün ölümünü değil, doğumunu kutladık, Atatürk’ü andık, Atatürk’le beraber olmayı vurguladık. Atatürk, bir umuttur çünkü Atatürk bir karardır. O kimseden bir şey beklemediği için umutluydu ve kararlıydı. Gençlere şunu söylüyorum: Çok umut edin ve onu gerçekleştirmek için bütün gücünüzü kullanın. O zaman hayat sizin olur ve siz hayata ne verdiğinizi ve hayattan ne aldığınızı o zaman anlayabilirsiniz.

Yalçın Tosun

Bir Tutunma Hevesi

Öncelikle hep birlikte felâketler, kavgalar ve huzursuzluklarla dolu bir dönemden geçerken umut üzerine konuşacak olmanın zorluğunu belirtmek isterim. Öyle bir ruh haline büründük ki güzel günleri umut etmek iyice zorlaştı. Oysa belki de böyle zamanlarda daha çok bahsetmek gerekir umuttan bilemiyorum ama ben bu konuşmamda umuda farklı açılardan bakma taraftarıyım. Yine de bir kitap fuarında tema olarak umut kavramının seçilmesi dahi içinde olduğumuz zor zamanlar düşünüldüğünde manidar geliyor bana.

Öncelikle umut sözcüğünün üzerinde durmak istiyorum biraz. Rivayete göre ‘umut’ Yaşar Kemal tarafından yaratılmış bir sözcükmüş, yani 1950’lerden evvel ümit ve ümit etmek kullanılırmış. Sonradan yaratılan bir sözcüğün bu kadar benimsenerek dilde kendine çok sağlam bir yer bulması önemli. Umut ve edebiyat arasındaki ilişki bundan ibaret değil elbette ancak edebiyatın doğurduğu bir sözcük olması bile ikisi arasındaki bağı daha en baştan imlemiyor mu? Yazmak hayal etmek yanında umut etmenin de çocuğudur. Yazanların çoğu bunları birilerinin okuyacağını umut eder. Kendisi için yazan o mutlu azınlık bir kenara, yazarlar genelde mutsuz, mutsuz değilse de huzursuz insanlardır. O zaman umut etmenin her zaman mutlu etmeyeceğini baştan bilmek gerekir. Peki neden umut, bu kadar değerlidir? Ya da gerçekten bu kadar değerli midir?

Umut dendiği zaman akla gelen ilk sözcüklerden biri de gençliktir. Gençlere daha çok yakıştırılır umut etmek, sanki daha bir hakkımız vardır umut etmeye gençken. Aslında her umut içinde bir bekleyiş taşır ve bekleyişler de önünüzde uzun zaman olmasını gerektirir. Yaşlandıkça umut etmeler azalır mı acaba? Yanıt evetse bile, bunun tek nedeninin zamanın azalmış olması olduğunu sanmıyorum. Gençken insanın başını döndüren, ayağını yerden kesen ve hafifleten şeylerden belki de en önemlisi önündeki ihtimallerin sonsuzluğudur. Herkes ya da her şey olabilirmiş gibi gelir insana. Emin olmak istemez hiçbir şeyden, bir diğer ifadeyle emin olmama lüksü vardır insanın. Oysa yaşlandıkça insan bir şeylerden emin olmak ister, yoksa hayatının boşa gittiği düşüncesine kapılır. Mesleğinin, evlenmesinin, çocuk sahibi yapmış olmasının hayatına kattığı belirlenmiş ya da alışılmış düzen ve durağan konforun içinde umut etmeye ne kadar yer kalmıştır ki? Daha güvenli ama durgun sularda yol alır insan, umuda pek yer kalmasa da doğru orantılı olarak hayal kırıklıklarını da çıkarmıştır bu hayattan.

Gençlerinse umutlarına karşı büyük hayal kırıklıkları olacaktır sık sık. Bunlarla yüzleşmek, onları sırtlamak ve bu arada ‘biri’ olabilmek için tutunacak bir şeyler aramak. Tüm bu yolculuğun edebiyatla da bir ilgisi olmalı diye düşünüyorum.

İçinde bulunduğumuz yeni yüzyıl geçen yüzyılın kolay silinmeyecek suç ve savaşlarla dolu lanetini temize çekmedi, çekemez de zaten. Bugün genç olmak, umut etmek için yeterli olanağı sunmuyor. Bu nedenle günbegün daha fazla umutsuzluğa düşmek için nedenlerle dolu bu ülkede yaşayan bizler -genci yaşlısı- bir şeylere sarılmanın ve ondan güç almanın hayalini taşıyoruz. İşte edebiyatın ve okumanın bu katlanma macerasında başat bir rolü olduğuna inanıyorum. Ama burada bahsettiğim ‘has edebiyat’ tabir ettiğimiz, salt eğlendirme amaçlı, vakit geçirmeye odaklı kitapların dışında kalan, çok satanlar içinde pek göremeyeceğimiz, ulaşmak için biraz çaba gerektiren en azından kitapçının arkalarda kalmış raflarını kurcalamamızın gerektiği kitaplar. Çaba olmaksızın ‘has edebiyat’a ne ulaşmak ne de ondan bir tat almak mümkün bugün geldiğimiz dünyada. O halde diyebiliriz ki, gençler has edebiyata ulaşmakta çeşitli zorluklara sahipler. Bir kere içinde bulundukları zamanı anlamak ve umutsuzluğa düşmek için algılarının açık olması gerekir ki bunun en büyük yardımcısı okumaktır.

Evet, okumak huzursuzluk getirecektir çünkü farkındalığınızı artıracaktır. Zamanını düşünüp daralmayan, umutsuzluğa düşmeyenler için elbet umudun da bir anlamı yoktur. O halde gene başa dönüyoruz, umut en çok umutsuzluğa düştüğümüz zamanlarda ihtiyaç duyulan bir şey… Bir tutunma hevesi.

The Swawshank Redemption (Esaretin Bedeli) filmini izleyenler hatırlayacaklardır, hapishanede geçen ve neredeyse tamamı umut üzerine bir filmdir bu. Filmin bir sahnesinde yıllardır hapiste olan ve şartlı tahliye talebi düzenli olarak reddedilen kıdemli mahkum, yeni gelen mahkuma şöyle der: ‘Umut tehlikeli bir şeydir, umut bir insanı deli edebilir’. Çünkü umut etmenin yenilgi ihtimalini içeren, tehlikeli bir yanı da vardır. Yenilmekse yaşamanın içinde yeniden ayağa kalkmak ve devam etmek için bulduğumuz bahanelerden biridir. Ama buna rağmen filmdekiler asla vazgeçmez umut etmekten. O halde umudun inatla da bir ilişkisi vardır diyemez miyiz? Direnmek ve ayakta kalma inadıyla.
Aslında şöyle de diyebiliriz: Umut etmek, genelde pes etmekten başka çare kalmadığında başvurulan ve döne döne hayatın sonuna kadar tıpkı Samuel Beckett’in sözlerinde olduğu gibi devam eder ve gider:

« Hep denedin,

Hep yenildin,

Olsun!

Yine dene, yine yenil

Daha iyi yenil ! »